Ana içeriğe atla

Sevme Sanatı-Erich Fromm | kitap özeti

SEVME SANATI
Erich Fromm
Bir Eylem Olarak Sevmek
''Sevgi, sevdiğimiz şeyin büyümesi ve yaşaması için gösterdiğimiz etken (aktif) ilgidir.'' 

Erich Fromm, kitabında ''sevgi'' nin ne olduğunu, insanların onu nasıl algıladığını, nasıl yaşadıklarını, daha anlamlı yaşayabilmek adına ne gibi pratikler yapılabileceğini tartışıyor. Öncelikle kitabına sevginin bir sanat olup olmadığı tartışmasıyla başlıyor. ''Sevgi'' kavramının bir sanat olduğunun ve bu sanatı icra etmek için de belli bir bilgi ve çaba gereksiniminin olması gerektiği görüşünü savunuyor. İnsanların genellikle sevgi kavramını bir nesne üzerinden yürüttüğüne, sevginin bir yetenek sorunu değil de, sevilir olmak için gösterilen belli başlı davranışlar, dost kazanmak ve başkalarını etkilemek olduğunu anlatıyor. Bunu da şu şekilde açıklıyor: ''İnsanlar sevmenin kolay olduğunu, fakat sevecek -ya da sevilecek- doğru nesneyi bulmanın güç olduğunu düşünür.''

Hatta sevme kavramının akabinde ''aşk'' kavramının da üzerinde duruyor. Bunun içinde yine insanların sevme ediniminin bir nesne sorunu olmasından yola çıkarak şu cümleleri söylüyor: ''İki insan, ancak kendi değişim değerlerinin sınırlarını da hesaba katarak, piyasadaki en kullanışlı nesneyi bulduklarını hissettikleri an birbirlerine aşık olurlar.'' 

Peki sevginin anlamını incelemek için neler yapmak gerekiyor?

 İlk adım olarak sevginin de yaşamak gibi bir sanat olduğunun farkına varılmasından bahsediyor.

Son derece konsantre yaptığımız bir işte ne kadar odaklanıp kendimizi ona veriyorsak, sevgiyi yaşarken ve bu sanatı icra ederken de en önemli işimiz oymuş gibi kabul etmeliyiz diyor. 

Sevgi kavramını incelerken önce sevginin bir sanat olup olmadığını tartıştıktan sonra, sevgi kuramından, ardından sevginin pratiğinden bahsediyor. 

Sevgi Kuramını anlatırken öncelikle insanın varoluş sorunundan yola çıkıyor. İnsan, hayvandan ayrı olarak ''zeka'' ile ödüllendirilmiştir.  Ve herşeyin ''farkında olan'' bir yaşamdır. Fakat sevgi kuramından yola çıkarken insanın yalnızlığını ele alıyor. ''Yalnızlığının hapishanesinden kurtulması insanın en büyük ihtiyacıdır''  diyor. 

Mesela bebeğin yalnızlığını gidermek için annenin göğsü, teni bir nesnel varlıktır. 

Varoluş kuramında insan soyu ilkel bağlarından koptukça kendini doğanın bağlarından ayırmış ve yalnızlıktan kurtulmanın yeni yollarını aramaya başlamıştır. Özetle insan, yalnızlığını gidermek adına varoluşundan bu yana  bir takım şeylerle uğraşmıştır. Bunlar: belirli dinsel ayinler, uyuşturucular yardımıyla kendinden geçme (trans hali), cinsel boşalım, cinsel birleşme, alkolizm vb.

Hatta Fromm, insanın alkol veya uyuşturucu maddeye sığınarak  tek başınalığından kaçmayı denediğini fakat ayıldıktan sonra daha büyük bir ayrı olma duygusuna kapıldıklarını söylemiştir.

Bir diğer ayrı olma duygusundan kaçınmak için yapılan şey ise, topluluk ile bütünleşme olmuştur. 

Sevgi kuramında tam çözüm, insanlar arası birliktelikteki başarıda ve bir başka insanla sevgi içinde kaynaşmada yatmaktadır. Kuram üzerinde tartışırken varoluş sorununda insanların otomatlaştığından da bahsediyor. İnsanın dokuzdan beşe çalışan, iş yerinde duygularının bile ona başkaları tarafından tanımlandığından söz ediyor.

Erich Fromm '' sevgi olmadan insanlık bir gün bile var olamaz''  der. 

İnsanın otomatlaştığı ortak yaşam birliğinin tersine olgun sevgi, kişinin kendi bütünlüğünü, bireyselliğini koruyarak gerçekleştirdiği birliktir der . Ve yine ekler: ''Sevgi, kişiyi diğer insanlardan ayıran duvarları yıkan, onu diğerleriyle birleştiren, insanın içindeki etkin güçtür.'' 

Sevgi kavramının önemli bir yönü de etken yapısıdır. Etken yapı, sevginin önce almak değil vermek anlamına geldiğine işaret eder. Fakat ''vermek'' insanlar tarafından olumsuz bir şey olarak algılanır. ''Kendinden bir şeylerin eksilmesi, yoksun kalmak'' olarak algılanır. Aksine ''vermek'' daha da güçlenmek anlamına gelir. Çünkü verme edimi sırasında kişi kendi gücünü, kudretini, zenginliğini hisseder aslında. Bununla ilgili kitapta bir örneğe değinmek istiyorum. Bir anne, çocuğuna kendini verir, sağlığını verir. Vermekten alıkonmak  ise annede acı yaratır. Verme ediminden  bahsederken bir kişinin bir kişiye maddi şeyler vermesinden söz edilmiyor, bir kişinin bir kişiye kendinden bir şeyler vermesinden söz ediliyor. Sevinçlerini, hüzünlerini ilgisini, anlayışını vermesi...

Böylece kendinden bir şeyler veren kişi, karşındakini zenginleştirirken, kendi yaşama sevincini de körükler. Fakat önemli bir ayrıntı, verdiği şeyi karşılık bekleyerek vermez, vermekten büyük bir doyum aldığı için verir.

Verme edimini özetleyecek olursak, kişilerin birbirlerini nesne olarak görmedikleri, önce sevgiyi vermeyi kabul edip ve karşılık beklemeden sevgiyi vermekten doyum aldıkları zaman, sevgiyle de sevgiyi ürettikleri zaman verme edimini yaşamış olurlar.

Verme etkeninin yanı sıra sevmenin diğer etkenleri ise ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgi olduğunu söylüyor Fromm. Ve burada bir söz ekliyor '' Sevgi, sevdiğimiz şeyin büyümesi ve yaşaması için gösterdiğimiz etken (aktif) ilgidir.'' 

İlginin bulunmadığı yerde ise sevgiden söz edilemeyeceğini savunuyor. 

Sevmenin ikinci etkeni ise  sorumluluktur. Sorumluluk, bir kişinin bir ihtiyacına verdiğimiz yanıttır. ''Sorumlu olmak demek, yanıt vermeye hazır olmak demektir.''  Sorumluluk ise, diğer unsur olan saygı olmadan zorbalığa dönüşebilir'' diyor Fromm. ''Saygı, diğer kişinin olduğu gibi büyüyüp gelişmesine duyulan ilgi anlamına gelir.'' (sayfa 49)

Aslında tam burada sevgi kuramından bahsederken nesne olmaktan söz ettiğimiz kısmı örnek verebiliriz. Saygı karşımızdaki kişiyi nesne olarak görmekten çıkıp onu sadece ''o'' olarak ele almamız anlamına gelir. 

Ve sevgide son etken unsur ise ''bilgidir'' . Erich Fromm burada ''ilgi ve saygı eğer bilgi tarafından yönlendirilmezse kör kalır'' der. Örneğin, birinin dışarıdan bakıldığında hangi duygu halinde olduğunu anlayabiliriz. Üzgün ya da mutlu veya acı çekiyor olduğunu bilebiliriz. Ve ona göre ona bir ilgi gösteririz. Özetle sevmenin etken unsurlarının bu nedenle her biri birbirine bağlı diyebiliriz.  İlgi. sorumluluk, saygı ve bilgi işbirliği içerisindedir.

Sevgi kuramının 2. alt başlığında anne-baba ve çocuk arasındaki sevgiden söz ediliyor. Bebekliğin ilk yılları bebek için gerçeklik,  tamamen gereksinimleri karşılanıp karşılanmadığıdır. Nesnelere anlam yükler, anne kucağı sıcak ve rahattır, annenin davranışlarına anlam yükler. (Şunu yaparsam annem beni sever gibi.) Ve tüm bu yüklediği anlamlar tek bir yerde toplanır: ''Seviliyorum'' 

Fromm, çocuklarda sekiz buçuk on yaşlarına kadar tek sorunun sevilmek olduğunu fakat bundan sonrasında sevmeyi de deneyimlemeye başladıklarını söyler. Benmerkezcilik azalmaya başlar, başkalarının gereksinimlerine karşı da duyarlılık/farkındalık artmaya başlar.

Burada Fromm şöyle bir şey der: ''Çocuk sevgisi, seviyorum çünkü seviliyorum ilkesine dayanır.  Büyüklerin sevgisinin ilkesi, seviliyorum, çünkü seviyorumdur. Olgunlaşmamış sevgi, seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var der. Olgunlaşmış sevginin söylediği ise sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorumdur.''' (sayfa 61)

Fromm, yine sevgi kuramında anne sevgisinin koşulsuz oluşundan bahsederken, baba sevgisinin koşullu olduğuna değiniyor. Baba sevgisi kazanılan bir şeydir. Beklentiler karşılanmazsa yitebileceği söz konusudur. Fakat anne sevgisinde bu yoktur.  Anne ''koşulsuz sevgi ve sıcaklık'' anlamına gelirken, baba ''yol gösterici, yönlendirici'' konumundadır.

Fromm burada çok güzel bir söz söylüyor ''Annelik güdüsü: seni, benim sevgimden, mutlu bir yaşam dileğinden yoksun bırakacak hiçbir kötülük, hiçbir günah yoktur. Babalık güdüsü ise, yanlış yaptın, yanlışının belli sonuçlarından kaçınamazsın ve her şeyden öte, eğer seni sevmemi istiyorsan tutumunu değiştirmelisin der. İşte yetişkin bir insan dıştaki anne ve babadan kurtulmuş ama onları içinde yeniden oluşturmuştur.'' (sayfa 64)

''Annelerin büyük çoğunluğu süt verebilmektedir. Ama pek azı bal da ekleyebilir. Annenin bal verebilme yetisine sahip olabilmesi için sadece iyi anne olması yetmez, mutlu bir kişi de olmalıdır.'' (sayfa 70)

Kitabın ilerleyen kısımlarında son olarak ''Sevgi ve Çağdaş Batı Toplumunda Sevginin Yozlaştırılması'' ile ''Sevginin Uygulanması'' işleniyor. 

Öncelikle nedir bu ''sevginin yozlaştırılması'' ona değinmek isterim. 

Fromm burada çağdaş toplumda kapitalizm ile beraber her şeyin tüketim pazarı üzerinden yürütüldüğüne, insanların mutluluğunun eğlenmeye ve dolayısıyla bunun altında da ''tüketmenin verdiği doygunluğa'' dayandığını ileri sürüyor. Sevgi kavramı da çağdaş toplumun bu yapısına göre biçimleniyor. Sevginin yozlaştırılması için de şunları söylüyor: ''Karşılıklı cinsel doyum, ve yalnızlıktan kaçma olarak sevgi, çağdaş Batı dünyasında yozlaşan sevginin iki normal biçimidir.'' ve ekler ''bunların her ikisi de toplum tarafından biçimlendirilen sağlıksız sevgilerdir.'' (sayfa 113)

Cümlelerimin sonuna gelirken, kitabın son konusu olan ''Sevginin Uygulanması'' konusuna değinmek istiyorum.

Fromm, sevgiyi tam olarak nasıl uygulayacağımızdan ziyade sevgiyi tam anlamıyla nasıl daha anlamlı yaşayabiliriz aslında ona değiniyor. Bir insanın sevgiyi verebilmesi ve yaşayabilmesi için önce kendini tanıması, sevmesi, bilmesi, kendine duyarlı olması ve bu deneyimi tamamen bireysel olarak yaşabilmesine , nasıl bir sanatı icra ederken tümüyle kendini ona veriyorsa (örn. resim çizmek, bir müzik aleti çalmak vb.) ''sevgi'' alıp vermede de tamamiyle kendini vermelidir diyor. Başkalarıyla olan ilişkilerinde yoğunlaşabilmeli, dikkatini tamamen karşındakine verebilmeli, ''şimdi'' yi yaşamalı, sabırlı olabilmelidir. 

Sevme sanatında başarılı olabilmek için, kişinin kendine karşı duyarlı ve uyanık olmasından da  söz ediyor.

Ve sevginin kazanılması için en önemli koşulun, kişinin kendi içindeki narsizmi yenmesi,  salt kendi içindekileri gerçek saymaktan ziyade başka birinin de neler hissedebileceğini önemsemesindedir diyor. Zira sevgi, Fromm için, narsizmin olmadığı, alçakgönüllülüğün olduğu bir yerdedir.

Sevme sanatının uygulanabilmesi adına bir başka kavram olan ''inanç'' tan söz eder Fromm.

Burada ''mantıklı olan inanç'' ve '' mantıklı olmayan inanç'' olarak iki kavramdan bahseder. 

Mantıklı olan inanç kişinin kendi duyumsadığı deneyimler aracılığıyla elde edilir. Fakat mantıklı olmayan inanç belirli bir otorite onayladığı için kabul edilen inançtır.

Kişi, bir fikre kendi gözlem ve düşüncelerinin ürünü olduğu için inanmalıdır.

Sevginin daha anlamlı yaşanabilmesi için, kişinin narsizmini yenmesinden, ve kişinin  inancının tamamen kendi gözlemlerinden olmasından, dikkatinin karşısındakinde olmasından, sabırlı olabilmesinden, ''şimdi'' yi yaşayabilmesinden, nasıl bir sanatı icra ederken kendini ona veriyorsa o denli kendini sevgiye adamasından söz ettik. Satırları inanç ile ilgili kitapta yer alan güzel bir söz ile noktalıyorum. 

'' Sevmek, kendini karşılıksız olarak adamak, sevgimizin sevilen kişide de sevgi oluşturacağı ümidini taşımak demektir. Sevgi, bir inanç eylemidir, inancı az olanın sevgisi de azdır.'' (sayfa 146)


Yorumlar

  1. Bilgi dağarcığımızı genişleten özetiniz için teşekkürler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

BAĞLANMA-Amir Levine&Rachel Heller|kitap özeti

  B    A      Ğ     L     A    N   M   A Bağlanma teorisinin kurucusu John Bowlby iken, anne-bebek yakınlaşmasına dair bağlanma stilleri ilk olarak Mary Ainsworth tarafından keşfedilmiştir. Peki ya yetişkinlikte duygusal ilişkilerimizdeki yakınlık arayışımız, bağlanma stilimiz nasıl keşfedildi? İşte tamda bu noktada Amir Levine  ve Rachel Heller bu kitabı yazdılar. Öncelikle bağlanma stili nedir? Bağlanma stili, Mary Ainsworth tarafından ileri sürülen ve  anne ile bebek arasındaki etkileşimden kaynaklandığı düşünülen bir kavram aslında. Mary Ainsworth, anne (bakımveren) ile bebek arasındaki bağlanmayı ölçmek adına bir deney ortamı oluşturuyor. Bu deneyin ismi ''Yabancı Ortam Deneyi'' Anne ile bebek bir odaya alınıyor, bebek etraftaki nesneleri incelemeye başlıyor, etrafı keşfediyor ve arada sırada annesinin orada olup olmadığını kontrol etmek adına annesine bakıyor. Bebek odayı keşfederken, anne sessizce oda...

BEŞ SEVGİ DİLİ-Gary Chapman|kitap özeti

  BEŞ SEVGİ DİLİ Yazar, kitaba öncelikle ''evlendikten sonra sevgiye ne olur?'' sorusuyla başlıyor. Evlendikten sonra evliliklerin sürmemesi, iki farklı insanın bir takım konularda ayrı düşmesi, bu fikir ayrılıkları başarıyla atlatanların devam edebildiği, fakat atlatamayanların o ayrılıklarla yollarının ayrıldığı görülmüştür.  Peki acaba neden '' evlendikten sonra sevgi azalır'' diye yaygın görülen bir kanaat vardır? İşte tam da burada ''sevgi dili'' kavramı karşımıza çıkmaktadır. Her birey farklıdır, iki farklı insan aynı evin içine girer ve farklılıklarını kabul ederek birlikte bir yaşam sürdürür. ''Sevgi dili'' denilen kavram ise, sevdiğimiz kişiye bağlılığımızı ve sevgimizi ifade ederken kullandığımız bir dildir.  Birden fazla sevgiyi ifade etme biçimi vardır ve her bireyin ''baskın'' sevgi dili farklıdır. Eğer çiftler birbirinin ''baskın'' sevgi dilini anlamış, öğrenmiş ise, burada i...